Üniversite Bittikten Ne Kadar Sonra Askere Gidilir?
Toplumların varlıklarını sürdürebilmesi, belli bir düzenin, yönetimin ve güç ilişkilerinin sağlanabilmesine bağlıdır. Bu güç ilişkileri yalnızca devletin bürokratik yapılarına değil, aynı zamanda yurttaşların devlete ve toplumun genel yapısına karşı duyduğu aidiyet ve katılım hissiyatına da dayanır. Siyaset biliminin sunduğu geniş perspektiflerden biri de işte bu dinamikleri, iktidar ve meşruiyet arasındaki ilişkiyi, demokratik katılımı ve bireysel sorumlulukları nasıl şekillendirdiğini sorgulamaktır.
Bu yazıda, üniversite bittikten sonra askere gitme zorunluluğunun toplumsal bir yansımasını ele alarak, bu pratik eylemi iktidar, ideoloji ve yurttaşlık kavramları ışığında derinlemesine tartışacağız.
Toplumsal Düzen ve Güç İlişkileri
Günümüz dünyasında, toplumsal düzenin varlığı yalnızca devletin düzenleyici mekanizmalarına dayalı değildir. Aynı zamanda bireylerin toplumda nasıl konumlandığı, iktidarla kurdukları ilişkiler ve bu ilişkilerdeki meşruiyet anlayışları da düzenin sürdürülmesinde belirleyici rol oynar. Bu bağlamda, askerliğin bir vatandaşlık görevi olarak konumlandırılması, bireyin devlete karşı sahip olduğu yükümlülüklerle doğrudan ilişkilidir.
Bireylerin, toplumsal yapıya katılım gösterme biçimleri ise çok farklı şekillerde tezahür edebilir. Kimileri için bu katılım, bir hakkın yerine getirilmesidir; kimileri için ise zorunluluklar ve baskılarla şekillenen bir yükümlülükten ibarettir. Örneğin, Türkiye’deki askerlik sistemi, birçok kişi için toplumsal normlar ve devletin gücünü pekiştiren bir süreçken, başka bir bakış açısından bakıldığında bu, devletin meşruiyetini pekiştiren ve yurttaşların devlete olan bağlılıklarını güçlendiren bir uygulamadır.
İktidar ve Meşruiyet Arasındaki İlişki
Siyasi iktidarın meşruiyeti, halkın ona duyduğu güven ve katılım düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. Askerlik hizmeti gibi toplumsal yükümlülükler, genellikle devletin halk üzerindeki meşruiyetini inşa etme amacını taşır. Zira, devletin egemenliğini ve düzenini sürdürebilmesi için yurttaşlarının katılımını, itaatini ve hatta gönüllü hizmetini sağlaması gerekir. Ancak bu durumun sürekli olarak sorgulanan bir noktası vardır: Gerçekten devletin sunduğu hizmetler, halkın yararına mı? Yoksa yalnızca iktidarın güç kazanmasına mı hizmet etmektedir?
Askerlik zorunluluğu üzerinden yapılacak bir tartışma, devletin meşruiyetini sorgulayan bir eleştiri noktasına dayanabilir. Zira devlet, vatandaşlarını bu tür zorunluluklarla biçimlendirerek kendi egemenliğini ve düzenini pekiştirmek ister. Bu noktada “katılım”ın anlamı, sadece askerlik gibi mecburi bir yükümlülüğün ötesinde, bireylerin devletle ve toplumla olan ilişkilerinde ne tür özgürlükler ve kısıtlamalar arasında bir denge kurduğuyla ilgilidir.
Katılım, Yurttaşlık ve Demokrasi
Demokratik bir toplumda yurttaşlık, yalnızca seçme ve seçilme hakkı gibi politik hakları değil, aynı zamanda devletin sunduğu toplumsal hizmetler ve yükümlülüklerdeki katılımı da kapsar. Türkiye’deki askeri hizmet, bu bağlamda yurttaşlık ve devletin yurttaşlar üzerindeki egemenliğinin bir sınavı olarak okunabilir. Ancak bu durum, demokratik katılımın gerçekten vatandaşın özgür iradesine dayalı olup olmadığı sorusunu gündeme getirir.
Birçok kişi için askerlik, sadece bireysel bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplumsal bir aidiyet duygusunun inşa edildiği bir süreçtir. Ancak bu yükümlülüğün zorunluluğu, katılımın gönüllülükten uzak bir noktaya gitmesine ve bu da demokratik katılımın kendisini sorgulayan bir zemine oturmasına yol açabilir. Katılım, sadece “zorunluluklar” ve “görevler” aracılığıyla sağlanıyorsa, gerçek anlamda bir yurttaşlık bilincinin gelişip gelişmediği tartışılabilir.
Demokratik teoriler, katılımın bireyin haklarıyla dengelendiği, özgür iradesiyle şekillendiği bir toplum modelini savunsa da, bu ideal devlet düzeninin pratikte her zaman sağlandığı söylenemez. Bu bağlamda, askerliğin bir vatandaşlık görevi olarak sunulması, “gerçek” demokrasi ile arasında nasıl bir ilişki olduğunu sorgulamamıza neden olur. Gerçekten, askeri hizmet ve benzeri zorunluluklar, yurttaşların devlete olan aidiyetlerini pekiştirmede etkili midir, yoksa sadece toplumsal baskılarla mı şekillenir?
İdeolojiler ve Askerlik Uygulamalarındaki Farklar
Askerlik kavramı ve zorunluluğu, ideolojik anlamda da farklı toplumlarda farklı şekillerde algılanır. Liberal demokrasilerde, özellikle Batı toplumlarında, askerlik ve benzeri zorunluluklar genellikle gönüllülük esasına dayandırılmakta ve kişinin bireysel tercihine saygı gösterilmektedir. Ancak Türkiye gibi toplumlarda, askerlik hala geniş çapta bir zorunluluk olarak kabul edilmekte, bu da devletin gücünü ve meşruiyetini pekiştiren bir mekanizma olarak işlemektedir.
Bu noktada önemli bir soru ortaya çıkar: Toplumlar, vatandaşlarını bu tür zorunluluklarla eğiterek, onları daha demokratik bir bilinçle mi şekillendiriyorlar, yoksa sadece iktidarın sürmesi için bir araç mı haline getiriyorlar? Demokrasi ve yurttaşlık arasında bu dengeyi kurmak ne kadar mümkündür? Burada, bireylerin devletle ve toplumla ilişkilerini biçimlendiren ideolojilerin etkisi büyüktür.
Güncel Siyasal Olaylar ve Askerlik Uygulamalarının Eleştirisi
Günümüzde, askerliğin bir zorunluluk olarak kabul edilmesi, pek çok siyasal aktör tarafından eleştirilen bir konu haline gelmiştir. Özellikle profesyonel orduların sayısının arttığı, askeri hizmetin sadece bireyler için değil, toplumlar için de daha geniş anlamlar taşıdığı bir dönemde, bu zorunluluğun gerçekten hala geçerli olup olmadığı sorgulanmaktadır. Modern devletlerin askeri gücü, profesyonel ve gönüllü ordu yapılarıyla daha verimli hale gelmişken, zorunlu askerlik uygulamalarının bir süreklilik arz etmesi, toplumsal ve siyasal açıdan anlamlı bir soru işareti bırakmaktadır.
Sonuç
Üniversite bitip bireyler askere gitme zorunluluğu ile karşılaştığında, aslında yalnızca kişisel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal, siyasal ve ideolojik bir sınavla karşı karşıya kalırlar. Bu durum, bireylerin devletle kurduğu ilişkileri, katılımını ve demokratik bilincini derinlemesine sorgulamaya açık hale getirir. Askere gitmek, bir yurttaşlık görevi olarak şekillendirilse de, aynı zamanda bireyin devletle olan ilişkisini yeniden düşünmesini sağlayan bir süreçtir. Siyaset biliminin sunduğu bu perspektifler, her bireyin kendi özgür iradesiyle katılımını sağlama yollarını araştırmaya devam edecektir.